“Öyle güzel yemekler, böyle şahane sokaklar başka yerde yok” gibi çeşitli cümleleri işiterek Hatay’a adımımı attığımda, biraz abartıyorlar galiba diye içimden geçirmeye başlıyordum ki, “az bile söylemişler!” diyerek cümle kurmaya devam ettim.
Yukarıdaki cümleyi beş yıl önce Antakya’ya (Hatay ilinin ilçesi) geldikten sonra kurmuşum. Üzerinden beş yıl geçtiğine inanamıyorum çünkü İstanbul’a döner dönmez yeni bir Hatay yolculuğu planlamaya başlamıştım.
Neyse, kısmet Aralık 2018’in ilk günlerineymiş.
Aşağıda, sizi Antakya’ya dair yeme – içme önerilerim bekliyor olacak ama öncesinde de beş yıl sonraki o ilk izlenimlerimi de eklemek isterim.
Yer yer kentsel dönüşüme giren yapılar, şehrin o doğal güzelliğini bozmaya çalışsa da Antakya, içerisinde zaman geçirdikçe büyülemeye yetiyor.
Ama mesela o yeni yapılacak binalar nasıl olacak merak içindeyim! Şehrin göbeğinde yer alan eski Meclis binasının şimdilerde Meclis Künefe adıyla hizmet verdiğini gördükçe…
Tabii bir de o kültür mozaiği tablosunun günümüze geliş hali var. Çoğunluklu olarak, meşhur Kurtuluş caddesinde konumlanan Türk Musevi’lerin, yıllar içinde sayıca azalması bu mozaiğin korunması konusunda şahsen endişe verici.
Tam tersi hızda da göç almaya devam eden Antakya’yı asıl bundan beş yıl sonra nasıl bulacağımı merak ediyorum.
Lezzet birinciliği de tam gaz devam ediyor elbette. İşte, benim lezzetlerinden en keyif aldığım duraklar…
Antakya Kahvaltı Önerileri
Başlıkların en güzeli.
Kahvaltı kelimesinin hakkını veren yıldızlı parçaların ilki; simit.
Buradaki simit, İstanbul’da karşımıza çıkanlardan değil. Daha büyük, daha az susamlı ve simidi alırken yanında verdikleri tuz-kimyon karışımına batırılarak yenen şahane bir şey. En güzeli de neredeyse her köşe başında günün çeşitli saatlerinde hep sıcacık bulunabiliyor olması.
Hala tadı damağımda olanlardan. Sokaktakilere ilave olarak, Yağmur Unlu Mamülleri / Yağmur Fırın’dan mutlaka bir sıcak simit kapın derim. Affan’ın karşı sırasında kalıyor.
Buna ilave olarak bir de üzerine acı salça sürülmüş açma tarzında hamur işi görülmekte her yerde. Oldukça leziz. Biz bu simit-açma işini, güneşli havaya dahil olmak için Büyük Antakya Parkı’nda yaptık. Yoksa pek çok mekanda çeşit çeşit kahvaltı halleri mevcut.
Parklı bir plan yapmak isterseniz, çarşıdan meşhur ezme peynir de almayı unutmayınız. Bu arada parkın içinde bulunan kafelerde (tavsiyem Orta Kahve Aile Çay Bahçesi olur) Türk Kahvesi içmenizi de tavsiye ederim. Çay bardağında gelen Türk Kahvesi de baş tacı.
Bir diğer kahvaltı planı; bakla ve humus ikilisi.
Sabah sabah bakla mı, humus mu yiyeceğiz diyenler bence bir daha düşünsün. “Yok, istemiyorum gerçekten” diyenlere de ısrar edecek değiliz.
Bu humus ve bakla konusunda da iki şahane nokta atış mekan var bence. Biri Nedim Usta, diğeri de İbrahim Usta.
İkisi de şehrin merkezinde ikisi de uğranması gereken yerlerden bence. İbrahim Usta’da Humus, Nedim Usta’da da Bakla deneyebilirsiniz, mideyi yormadan.
İbrahim Usta’nın tahini de mutlaka denenmeli, çok hafif bir tadı var.
Üçüncü plan ise bir tostçu; Toy Büfe. Instagram’da en sevdiğim hesaplardan olan Gurme Keşifler’in önerisiyle çaldım kapılarını. Antakya ekmeğine yapılan yumurtalı sucuklu bir tost mis gibi gitmekte.
Peynir konusuna da kısaca değineyim. Çünkü süt ürünleri açısından da çok kalp çalan bir yer bu Antakya. Sıkma ve örgü peyniri eve de götürebilirsiniz. Adres önerim ise; Özcan Peynircilik olacak. Affan’ın karşı sırasında burası da.
Diğer Öğünler
Bu kısımda da kahvaltı hariç diğer öğünler var işte. Dönerler, kebaplar, tatlılar…
Cumartesi günü Antakya’ya vardık, otele girişi yaptık ve kendimizi Dönerci Tacettin’e attık. Daha doğru olaylar şöyle gelişti; Dönerci Tacettin’e gittik, “Abi ne zaman gelelim?” dedik, çünkü Antakyalı arkadaşımın dediğine göre kendisi rezervasyon usulü çalışıyor, sonra o da bize “25 dakika sonra gelin” dedi.
Ama içerisi neredeyse bomboş, dışarıdan görüyoruz, bir ya da iki masa dolu. O yüzden de “Niye bekleyelim ki 25 dakika?” dedik ve girdik içeri. Tabii ki geri çevrilmedik ama gerçekten de 25 dakikayı bekleyerek geçirdik. Çünkü Tacettin Usta içerde tek başına çalışıyor ve öndeki siparişleri tek tek yapa yapa ilerliyor. İçeriyi de doldurup kendini strese sokmak istemiyor bence, haklı!
Neyse siparişi verdik ve 1,5 porsiyon dönerimze kavuştuk. Alt zemin soğan ve maydanoz yatağına sahip. Evet, böyle de lezizdi ama önerim etin lezzetini daha iyi almak için soğansız maydanozsuz tercih etmeniz bir de olur.
Antakya’da bu yemek mevzusunda hesap kısmı da altı çizilecek konulardan. Mesela burada beş adet 1,5 porsiyon döner, çorba ve içeceklere toplam 100 TL ödendi.
Sıradaki mekana geçiyorum! Dönerci Abdo.
Burası Antakya’ya dair en favori mekanım. Beş yıl önce şehre ilk adım attığımda ilk döneri gecenin bir vakti burada yemiştim. Onun tadı hala damağımdadır. Ne güzel, hiç bir şey değişmemiş. Bayıla bayıla yedim yine. Ustaya sevgiler.
Gelelim geçen seferden gözlerimden kalpler çıkaran ve şimdiki geziye kısmet olmayan mekan Sultan Sofrası’na. Antakya mutfağına giriş konusunda kapısını çalacağınız en doğru adres bence.
Pöç Kasabı’nda tepsi kebabına ne dersiniz?
Kesinlikle evet diyin olur mu. Gerçekten çok leziz, büyük konuşmayayım ama pişman olmazsınız bence.
Künefe konusunda da iki öneri var; Çınaraltı Künefe Yusuf Usta’nın Yeri ve bir de Ferah Künefe. Çınaraltı gerçekten çok leziz ama fazla popüler olmuş bence, şehrin göbeğindeki Ferah Künefe de gayet leziz alternatif olarak.
Şerbetli tatlılara girmişken bir diğer önerim Ferah Künefe’nin yanındaki Köprübaşı Tatlıcısı olacak. Sıcak sıcak çıkan Züngül mutlaka denenmeli.
Tatlı içeriği konusunda da geriye bir de Affan Kahvesi (Sahilli ailesi dört kuşakta işletmeye devam ediyor) kalıyor tabii. Şehrin karakteristik mekanlarının başında geliyor kendileri. Burada da bir Haytalı patlatın. Su muhallebisi, gül suyu ve dondurma kavuşması. Gül suyu aroması gayet hafif ve yerinde, deneyebilirsiniz.
Gelelim sokakta yürürken karşımıza çıkan lezzetlere… Burada Antakya’nın en sevdiklerimden olan Uzun Çarşı’yı baz alarak yazacağım küçük notlarımı.
Simit işi cepte zaten, bir de kestane pişen tezgahların yanında çilek, muz, avokado birleşimi görünümler mevcut. Bu baya şahane bir tezgah değil mi sizce de?
Sonrasında da şalgam suyu satan tezgahlarda soluklanıp, künefe yapan ustaları seyredebilirsiniz. Bu çarşıda bir köşeye çekilip seyredilecek o kadar şey var ki…
Odun ateşinde pişen tepsi kebapları ve simitlerin kokuları da burnunuza burnunuza gelecek tabii. Aynı zamanda bu çarşıdan eve götürmelik de bir sürü şey alabilirsiniz. Taş Kadayıf, Helva Köpüğü (Kerebiç Tatlısı’nın yanındaki beyaz kremamsı şey), yeşil zeytin, zahter, Belluriye Tatlısı, yeme – içme mevzusundan bir tık daha fazlasına geçiyorum…
Mesela at kılı fırça, hasır sepet, bijuteri dünyasına ekonomik katkı, defne sabunu, paket Antakya kahvesi… Uzun Çarşı’dan çıkınca da antika dükkanlarına uğramayı unutmayın, güzel parçalar saklı.
Sıradaki gelsin: Hatay Arkeoloji Müzesi, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi, Saint Pierre Kilisesi
Hatay Arkeoloji Müzesi merkezdeki yerinden taşındı ve merkezden arabayla / tasiyle 6-7 dakika mesafeye konumlandı. İstanbul’a dönüş uçağına binmeden 1-2 saat öncesinde müzeyi gezebilmiştim ve o an jeton düşmemiş gerçekten. Şimdi, aklımda kalan anları göden geçiriyorum da müze gerçekten çok etkileyiciydi. Mutlaka zaman ayırın derim.
Müze, dünyanın ikinci büyük mozaik eserleri koleksiyonuna sahip. Eski müzeden yeni müzeye taşınma süreci de çok uzun sürmüş. İçerisinde 80 ton olan parçalar söz konusu…
Girişi müze kartla yapabilirsiniz. Diğer günlerden tam emin değilim ama pazarları 17:00’ye kadar açık.
Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi, şehrin göbeğinde olup kenarlara saklanmayı başarmış yerlerden. İlgi alanınıza giriyorsa mutlaka ziyaret edin ama hiç ilginizi çekmiyorsa da gidin çünkü çok şahane bir avlusu var. İçerisindeki ağaç ise tam sarılmalık.
Giriş ücretsiz.
Saint Pierre Kilisesi, ilk kez Hıristiyan toplumunun ortaya çıktığı ve Hristiyan adının dünyada ilk kullanıldığı yer. St. Pierre Mağara Kilisesi, 1963 yılında dünyanın ilk mağara kilisesi olarak Papalık tarafından haç yeri olarak ilan edilmiş. Önemli bir müze kilise gerçekten ama zamanınız darsa listenize eklemeseniz de olur.
Müze kartla girebilirsiniz, müze kartsız giriş ücreti 20 TL.
Ekstra bir plan daha
Zamanınız varsa, merkezden minibüse atlayıp 15-20 dakikada Harbiye’ye (Daphne / Defne’den geliyor, aşağıda da Defne’nin hikayesini paylaşıyorum.) gelebilirsiniz. Övgülerle bahsedilen şu meşhur şelaleleri de görmüş olursunuz. Gerçekten züper.
Samandağ’a da gitseydim onu da size tavsiye ederdim mutlaka ama anlatılanlara göre gitmiş kadar oldum. Güzelmiş, öyle diyorlar.
Asi Nehri’nde su sümbülleri
Aralık’ın ilk haftası gittiğimde Asi Nehri’nde (dünyanın tek ters akan nehri) küçük bir alanda su sümbüllerini görmüştüm, o kadar ters akıntı sebepli de o kadar hızlı yayıalcağını tahmin etmezdim. Belki haberlerde de görmüşsünüzdür (7 Aralık 2018) nehri su sümbülleri kaplamış adeta.
Su sümbüllerinin havadaki oksijeni emdiği ve bu açıdan da tehlikeli olduğu söyleniyor.
…ve günler karnımız tok, sırtımız pek bir şekilde geçti. Sabah beni uyandıran kilise çanı sesini, peşinden gelen ezanı, o topraklardaki tüm dillerin, dinlerin ahengini, hiç ummadığım anda karşıma çıkan vurucu duvar yazılarını, sokaklardaki huzuru, Asi Nehri’ni ve daha pek çok şeyi zip dosyası haline getirip yanıma alabilseydim çok iyi olacaktı! Duvar yazısının dediği gibi “Antakya Rocks!”
Harbiye Daphne
Mitolojide adı hızlı çapkına çıkan ve tanrı olduğu için de kendisine karşı konulamayan, Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apolion, şimdiki Gümüşgöze’den Sinanlı’ya doğru inen vadiden Asi’ye dökülen derenin kenarında genç ve güzel Defne’yi görür.
Çapkın Apolion, bu güzeller güzeli kızla tanışmak üzere yanına yaklaşıp konuşmak ister. Defne, Apolion’un namını duymuştur. Aklından geçenleri sezdiği, niyetinin iyi olmadığını hissettiği için kaçmaya başlar. Defne kaçar, Apolion kovalar. Apolion’un nefesini ensesinde hissederek dere boyunca yukarıya doğru koşan ve yorulan Defne, kaçarak kurtulamayacağını anlayarak, durur. Ayağı ile toprağı kazıyarak yalvarırcasına seslenir;
Toprak ana, n’olur beni ört, beni sakla, beni koru.
Toprak, çağrıyı duyar. Defne’nin bedeni toprağa kök salmaya, o güzelim kokulu saçları yaprakıara, kolları dallara dönüşür.
Apolion şaşkına döner; karşısında yükselen defne ağacına bakar ve; “Bundan sonra sen, benim kutsal ağacım olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yapraklarını başıma çelenk yapacağım. Değerli kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Şarkılarda, şiirlerde adımız yan yana geçecek” der.
Defne, Apolion’dan duyduğu bu güzel sözler üzerine dallarını eğerek onu selamlar. O gün bugündür savaşla elde edilen kahramanlıklar, güzel şiirler defne yaprağı ile taçlandırılır.
Burası Harbiye. Aşkların yüzyıllar boyu yaşandığı, suyun ve yeşilin dört mevsim korunduğu, Apollon’dan kaçan güzel kızın anısına adı Defne olarak da anılan, Hatay’ın cennet köşelerinden biri.
Hatay Havalimanı’ndan Antakya şehir merkezine ulaşım & konaklama
Pegasus ve THY’nin Hatay Havalimanı’na uçuşları mevcut. Uçaktan indikten sonra da Antakya şehir merkezine gitmek için iki yol var.
Birincisi Havaş. Fiyatı 13 TL, şehir merkezine varması yarım saat sürüyor, biraz dolanıyor denebilir. İkinci yol ise; taksi. Onlar da fiks bir fiyata bağlamış kişi başı 20 TL alıyorlar. Aceleniz varsa taksi olabilir.
Şehir içinde müze veya başka yerlere gitmek için taksi kullanmak isteyenlere de; merkezden Arkeoloji müzesi taksiyle 20 TL tuttu mesela.
Konaklama için ise önerim Liwan Hotel olacak. Merkezin kalbinde, mis gibi, tertemiz. İki otelleri var. Biri eski konak, diğeri de onun tam karşısında apartman kılıklı bir şey. Ben gittiğimde bir tek yeni otellerinde yer vardı, önce aklım o eski otelde kaldı ama yeni olanda her şey yepyeni, büyük odalı ve konforlu olunca gayet memnun ayrıldım. Zengin bir kahvaltısı da mevcut, işte bu da konak otelde veriliyor. Keyif yapmak serbest.