Netflix Yapımı The Power of the Dog Filmi Hakkında Kısa Notlar

Yönetmen Jane Campion’un 2009’dan bu yana ilk uzun metrajlı filmi olan yer yer gerilimli The Power of the Dog, oyuncularının performanslarıyla pırıl pırıl duruyor Netflix’te.

Netflix’in 2021’in son aylarında yayınladığı güzel filmlerden olan The Power of the Dog, “Benedict Cumberbatch bir Western filminde nasıl olurdu?” sorusunun cevabını “işte böyle ters köşe ve güzel olurdu” şeklinde veriyor.

Filme dair birkaç notum, yorumum var. Spoiler vermemeye çalıştım!

Sert, biraz kirli, “erkek egemenliğin” gücüyle hareket eden Montana çiftlik sahibi Phil Burbank’ın (Cumberbatch) hikayesi bir başrol anlatımı olarak başlamasa da, film akmaya devam ettikçe fokusumuz tamamen o ve ona çıkan yollar oluyor.

Kirsten Dunst – The Power of the Dog

Netflix Yapımı The Power of the Dog Filminin Konusu

1920’lerin Montana’sında, iki kardeşin karlı bir çiftliği işlettiği yer, hikayenin geçtiği konum. İki kardeşi de, bu işin başına yönlendiren taraf ise ebeveynleri.

Karizmatik ama kabadayı Phil Burbank (Cumberbatch) ve kirli Phil’den daha süslü bir giyim tarzına ve yüksek sosyal statüye sahip olan kardeşi George (Jesse Plemons) ile başlıyor her şey.

İçgüdüsel bir kabadayı olan Phil, erkek kardeşine “şişko” der, yanlarında çalışan adamlarını onunla alay etmeye teşvik eder. Değişik bir adam.

Yalnız takılan Phil, aslında duygusal olarak kardeşine bağımlıdır ve bu yetişkin adamlar, çocuklar gibi koskocaman evlerinde aynı yatak odasını paylaşır.

Rose’un oğlu Peter

George kasabadan dul bir kadınla evlenir ve Phil bu duruma öfkelenir. Rose (Kirsten Dunst) karakteri de genç oğlu Peter (Kodi Smit-McPhee) birlikte burada devreye girer. Rose, sessiz sinema için piyano çalan eski bir piyanist, George ile de şimdilerde işlettiği restoranda tanıştılar. Phil, Rose’u bir fırsatçı olarak görür ve bu durumu da tıpkı küçük bir çocuk gibi ailesine şikayet ettiği bir mektupla dile getirir.

Peter, restorandaki masalara koymak için kağıtlardan çiçekler yaratır. Masadaki bu çiçekler, Phil’in alaycı ve homofobik tacizine maruz kalır.

Rose, George’un evine taşındığında, kısmen depresyona girer ve alkol tüketme hızını artırmaya başlar. Phil, Rose ile uğraşmaya çalışırken, izlerken de aralarındaki gerilimi anlamaya çalışma çabamız baya yükseliyor. O sırada Peter ve Phil’n çiftlik çatısı altında, at binmeyi öğrenmekle başlayan dostlukları da alttan alttan gelir.

George ve Rose

Karakter tanıtımları ve anlatımlarının ardından konular da; artık dar alanda kısa paslaşmalar olarak kendi seyrinde akmaya başlar. Filmin temposunun ağır oluşu yer yer detayları kaçırmamak açısından izlerken keyifli geliyor.

The Power of the Dog Bir Kitap Uyarlaması

Thomas Savage’ın 1967 tarihli aynı adlı romanı, yönetmenin şahane dokunuşuyla trajedi, işlevsizlik ve korku havası taşıyan bir şeyin doğumuna dönüştü.

Yönetmen Jane Campion, filmini rahatsız edici dokunuşlarla donatırken bunu o kadar incelikli bir şekilde yapıyor ki… İzleyiciyi kıvrandırmaktan asla endişe etmiyor.

“Film, erkeklik ve kadınlığın keşfi, dünyanın bize koyduğu sınırlara ve biz, biz olana kadar omuzlarımıza koyduğumuz sınırlara bir ağıt.”

.

Be the first to comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir