PARİS’E BAŞLANGIÇ REHBERİ VE YEME İÇME ÖNERİLERİ
Tamam son birkaç aydır 24 Kasım tarihinde Paris’e gideceğim için heyecanlıydım ama özellikle 13 Kasım’da yaşanan terör olaylarından sonra bu heyecan dokuzla çarpıldı, kalbime bölündü, kruvasanlarla toplandı. Ortaya epey saçma sonuçlar çıktı.
Ailemin ve arkadaşlarımın “Gerçekten gidecek misin?” sorusuna çok emin bir şekilde “giderim tabii” diyemedim ama hazırlıkları iptal etmek için de çok bir sebep göremedim. Sonuçta İstanbul’da “dertler derya” şeklinde yaşamaya çalıştığım gerçeği kabak gibi ortada.
Öyle böyle zaman geçti ve 24 Kasım’da Paris uçağı içinde benimle birlikte havalandı. Pasaport kontrolünü haricinde de içimde hiç korku kalmamıştı artık. Zaman, geçerken öpüyor her şeyi ve unutturuyor olanları ne de olsa.
Orly Havalivamına inince yağmurun beni karşılamasına ne desem bilemedim. Evet, bakalım şimdi ne olacak?
Ne olacak işte, şapkayı taktım pasaport kontrolüne geçtim. Bonjour deyip, pasaportumu uzattım ve hop geçtim. Çok kolay oldu. “Yaşasın Paris” kısmı başlayabilir!
Kalacağım bölge olan Le Marais’e geçmeden önce haftalık ulaşım kartı çıkarmak için Navigo makinesini arıyorum ama olanların hepsi arızalı. Eğer siz de kısa süreli gidecekseniz Paris’e, bu kartı şiddetle tavsiye ederim. Büyük kolaylık oldu.
Otobüs duraklarının oraya doğru gittim ve Navigo’ya kavuştum. Toplam 25 Euro tutuyor. İsterseniz kartı dönüşte iade edip 5 ya da 6 euro’nuzu geri alabilirsiniz. Ben tabii ki geri almadım!
O sıralar şuursuzca etrafa bakındığım için otelimin bölgesine nasıl geldim hiç hatırlamıyorum. Hotel Sully’nin, tahminimden de merkezi bir yerde olması, kırk yıldır oralara geliyormuşum gibi hissettirdi.
İşin bundan sonraki kısmı yürüme ve fotoğraf çekme üzerine kurulu. Boğazımdan lokma geçmedi desem belki de haksız sayılmam.
- Paris’teki dört günün yemek konusunda çok zayıf geçtiğini düşünsem de, deneyimlediğim yerler oldukça keyifliydi.
- Arkadaşımın tavsiyesiyle gittiğim Le relais de l’entrecote turistik mekanların başında geliyormuş meğerse. Olsun. Yemek çok lezizdi, usulüyle ilerledi her şey, oldukça keyifliydi. Alışkın olmadığım bir düzen, tertip vardı. Hızlıca gelen yemek, hiç ikiletmeyen garsonlar, nefis ev yapımı şarap… Mekan tam 19:00’da açılıyor. Öncesinde giderseniz de hemen kapı önünde oluşan sıraya dahil olun. Ya da daha hiç kimseler yoksa sırayı siz oluşturun. 18:59 değil, 19:02 değil, pek çok restaurant gibi tam 19:00’da açılıyor. Bence deneyin. Fiks menü 26 euro. Bu para o gece bana fazla gelse de Paris için iyi bir fiyatmış meğerse. Sonra aydım.
- Yemek sonrası kurulan Noel çadırını merak edip Champs–
Élysées’ye doğru yürüdük. Çadırın pek bir numarası yoktu. Şu günlerde nasıldır bilemiyorum tabii. Champs- Élysées’nin de ( Şanzelize) bir esprisi yok ya işte, neyse. - Gece otele dönerken arkadaşlarla tesadüfen Seine Nehri’ni bulmuş olmamız da iyi oldu baya. İşte ne mahaller var, arka sokaklarından Seine Nehri falan geçiyor. Bir de saat 22:00’de sokakların çok ama çok ıssız olmasının acaba olayların en görünen etkisi midir diye düşünmeden edemedik. Evet, biraz öyleymiş malesef. Bazı restaurantların teraslarını camla kaplaması da 13 Kasım’ın sonuçlarından biri olmuş.
- Günaydın! Tesadüfen bulunan Seine Nehri’ne ziyaret için yola çıktım. Bu arada elbette ki, Paris’e gitmeden önce derin araştırmalar yaptım, mekan önerileri hazırladım ama öyle kolay ilerlemedi işler. Tüm gün “aa burası ne güzel” deyip binaların peşinden yürüdüm. O zaman da mekan önerileri listem umrumda bile olmadı.
- Nehrin güneşli havasını solduktan sonra arka sokaklara ilerledik. “Hımm işte bu baya güzel ” deyip kafamı kaldırğımda Notre Dame Katedrali çıktı karşıma. Ve geri kalan üç gün boyunca bol bol karşılaşağımız kontrol rutinleriyle de tanışmış olduk. Hemen hemen her yere girerken kapıdaki güvenlik görevlileri tarafından çantalarmız ve üstümüz başımız kontrol edildi.
- Tarihle iç içe geçen saatlerden sonra yorgunluğumuzu dindirecek bir yer aradık ve Louvre’dan çıkınca karşımızdaki ilk mekana girdik. buranın adını bile hatırlamama sebebim; wifi yoktu ve kahveleri Lavazza’nıymış. Oturmamızla kalkmamız bir oldu ve sokaklara düştük, tesadüfen Angelina’yı bulduk. Oh tesadüfen yaşamak ne güzelmiş.
- Angelina, tam bir disiplinler arası oturum konferansı gibiydi. Mükemmel ilerleyen bir sistem, mükemmel tatlılar ve mükemmel ortam. Tarihi limonata diye geçen şahane şeyi içmenizi öneririm. Tatlı da serbest takılın. O limonatadan marketlerde var mıydı diye bakacaktım ama unutmuşum. Çok lezizdi.
- Ayaklar aşınana kadar yürüdük ve Le Marais’e gelince memleketime gelmiş gibi sevindim. Yemek için 25 euro vermeyi düşünmediğimiz için, sandviç alabileceğimiz pek çok yerin kapandığını da görünce otomatik olarak Çin yemeği için bünyemizi hazırlamış olduk. Otelin olduğu bölgede fazlasıyla Uzakdoğu mutfağı hakimdi. 100 gr’ı 2 euro olan noodle kurtardı bizi. Karşınıza çıkarsa tereddüt etmeyin yemek için. Lezzetli pek çok dükkan.
- Akşam için otelde biraz enerji topladıktan sonra krepleriyle meşhur olan Aup’tit Grec‘e gittik. Kapısında kuyruk olan bu mekan krepleriyle oraları esir almış. Türkiye sucuğu kullanıyorlarmış bilginize:)
PARİS’E BAŞLANGIÇ REHBERİ , kaldığı yerden devam edecek 🙂
Hmm pahalıymış. Ben size Yunanistan’ı tavsiye ediyorum 🙂
Nasip olursa artık:)