Apple TV+’ın Bonnie Garmus’un çok satan romanından uyarlanan mini dizisi “Lessons in Chemistry”, kaynak metninin çekiciliğini koruyarak merakla izlettiren keyifli bir akışa sahip. Ama negatif yönleri yok mu?
1950’lerde televizyonda yemek programı yıldızı olan bir kadın bilim insanının hikayesini anlatan bu biraz karmakarışık dizide, tek bir kötü adam var, o da ataerkillik.
***Aşağıdaki içerik diziye dair detaylı notlar içeriyor. Spoiler olduğunu düşünmüyorum ama yine de bazı şeyleri açık açık yazdım.***
Lessons in Chemistry Dizisinin Konusu
Kahramanımız Elizabeth Zott (Brie Larson) kurallara uymayan biri: gülümsemiyor, sevmiyor, yemek yapmayı sevse de bunu bilimsel bir şekilde yapıyor (bol miktarda deney kabı ve termometreyle)…
Aynı zamanda kimya alanında lisanslı olmasına rağmen laboratuvar teknisyeni olarak çalışıyor ve birlikte çalıştığı tüm bilim adamlarından açıkça daha akıllı. Ta ki kendisi kadar tuhaf olan Calvin Evans (Lewis Pullman) ile tanışana kadar. İkisi tam da birbirine göre bir enerji yakalıyor.
Zott ve Evans, DNA’nın gerçek doğasına dair çığır açıcı araştırmalar yürütmeye devam ederken, delicesine aşık olurlar ve her şey pembe görünmeye başlar. Ta ki çeşitli önemli olaylar Elizabeth’in kovulmasına ve kadınlara yönelik bir yemek pişirme programında sunucu olarak çalışmayı kabul etmeye zorlanıncaya kadar. Çok mu ağır oldu? Biraz zor günler bekliyor Elizabeth Zott’u.
Dizide alışılmışın dışında anların olduğu çok sahne var. Üçüncü bölümün başında birdenbire Elizabeth’in köpeği Six Thirty’nin sadece duyarlı olmadığını, aynı zamanda onun travmatik geçmişini ve sevdiği insanları korumadaki başarısızlığını perdelemek için seslendirme yapabildiğini fark ediyoruz. Ne güzel sahneydi.
Dizideki “şey” olan kısım
Diziyi, bir yandan da kitabı dinlerken izlemeye devam ettim. Kitabın içinde karakterler için çok önemli, kırılımlı ve uzun anlatıma sahip o anları, sıradan bir geçiş sahnesi gibi görme kısmını tam olarak “şey” buldum işte.
Dizinin renk paleti, Kaliforniya manzarası gayet yerinde güzel, Larson, sevmeden duramayacağımız bir şekilde huysuz, sevimsiz Elizabeth kadar harika.
Ama bunların hepsini bir araya getirdiğinizde her şey biraz… yumuşak hissettiriyor. Elizabeth ve Calvin’in hikayesi tahmin edilebilir sonuçları olan bir peri masalı gibi ilerlemeye başlıyor. Kötü adamlar açıkça cezalarını hak eden cinsiyetçi insanlardır ve iyiler ise kesinlikle sosyal adalet ve ilerlemeden yanadır. Dizide geçen 1950’li yıllar, daha çok 2023’ün merceğinden bakıldığında böyle görünebilir gibi geliyor.
Sonuçta her şey biraz fazla parlatılmış gibi geliyor. Bu kötü bir şey değil ama dünyanızı sarsmayacak ayarda her şey işte. Dizi yeterince lezzetli bir yemek tadında ama Elizabeth’in yemeklerinin aksine biraz az pişmiş.
Elizabeth Zott ve Yemekle Olan İlişkisi
Dizinin en çok sevdiğim yanı bol bol yemek sahnelerinin, sofraların olması. Bir yerlerde yemek hep pişiyor. Zott yemek yapımına bir bilim insanının ihtiyaç duyduğu hassasiyetle yaklaşıyor. Bu tür sahneler, hayal gücünden yoksun bir şekilde, anlaşılmazlık konusundaki aşırılığın tadını kolaylıkla kaçırabilirdi.
Ancak dizi, Zott’un felsefesine uygun olarak daha basit ve dolayısıyla canlandırıcı bir estetik yaklaşım benimsiyor: Görkemli görsel anlatıma sahip bu çekimler, Zott’un yemek pişirmeye yönelik mekanik, ancak pek de keyifsiz olmayan bakış açısını vurguluyor. Bir sahnede “İyi yemek bir hobi değildir” diyor. “Bu topluluktur, ailedir ve esastır.”
Dizide bahsi geçen tüm yemek tarifleri için bir site hazırlamışlar. Göz atmanızı tavsiye ederim.
Dizide yemek danışmanı olarak çalışan yemek kitabı yazarı Courtney McBroom, dizinin 1950’lerde ve 60’larda geçmesine rağmen yemeklerin Elizabeth’in kendisi gibi biraz daha modern olması gerektiğini söylüyor.
1950’lerin mutfağı muhtemelen güveç görüntülerini çağrıştırsa da, bu orta yüzyıl yemeklerinin çoğunu dizide göremeyeceksiniz. McBroom, “Bu bana Elizabeth Zott’a benzemiyormuş gibi geldi” diyor. Bunun yerine, kızarmış tavuk, lazanya, böğürtlenli turta, beslenme çantasındaki kekler ve sebzeli galette gibi klasik tarifler karşımıza çıkanlardan oluyor ve “sadece en taze malzemeler kullanılarak sıfırdan yapıldı” diye de ekliyor.
Yemek pişirmeyi sadece masaya yemek getirmenin bir yolu olarak değil, aynı zamanda mükemmelleştirmeye değer bir deney olarak görüyor ve bu, günümüzün ev aşçılarının üzerinde durması gereken bir konu.
Julia Child ve Elizabeth Zott
Aynı dönemin daha tanınmış ve gerçek hayatta da “yemek pişirme sunucusu” olan Julia Child ile karşılaştırıldığında Elizabeth çok daha az eksantriktir. Ancak her ikisi de mutfak alanında öncü ve tüm nesil ev aşçılarına mutfakta cesur olmaları konusunda ilham kaynağı oldu.
“Elizabeth Zott’u çok iyi tanıdığımı hissediyorum. Julia Child’ı sadece programdaki rolünden tanıyorum ama aralarında pek çok benzerlik olduğunu düşünüyorum. İkisi de mutfakta korkusuzdu” diyor McBroom.
Lessons in Chemistry İkinci Sezon Olacak Mı?
Dizi yayınlandığından beri çok ilgi gördü ve popülerliğine rağmen Lessons in Chemistry her zaman bir mini dizi olarak ilan edildi. İlk sezon Garmus’un kitabının tamamından uyarlandı.
Ekim ayında yayınlanan dizi daha yakın zamanda tamamlandığı için henüz ikinci sezon konusunda Apple TV+ veya yapımda yer alan herhangi biri tarafından onay gelmiş değil. Apple genellikle en büyük yapımlarına yeşil ışık yakmak için çok fazla beklemiyor ancak Lessons in Chemistry için ortada engeller var.
İlk sezonun doğrudan roman uyarlaması olduğu göz önüne alındığında, ikinci sezonun sıfırdan hazırlanması gerekecek ve bu da çok daha fazla zaman demek.
Dizinin başrol oyuncusu Brie Larson ikinci sezonla ilgili şunları söylüyor:
“Çok büyük bir hayal gücüm var, bu yüzden bunu tamamen hayal edebiliyorum. Kimse bana bu konuyla ilgili bir şey sormadı. O yüzden detayları bilmiyorum” dedi.
Dizinin uyarlayıcısı Lee Eisenberg de gelecek konusunda konuşan isimlerden. Eisenberg, “Doğru bir hikayeye sahipsek onu keşfetmeyi çok isteriz” dedi.