Ekim ayında Netflix’te yayınlanan Fair Play’in başrollerinde Phoebe Dynevor ve Alden Ehrenreich yer alıyor.
*****Yazının bundan sonraki kısmı spoiler içerebilir*****
Filmin açılış sahnesinde New Yorklu bir çift, Luke (Alden Ehrenreich) ve Emily (Bridgerton dizisiyle çıkış yapan Phoebe Dynevor), bir düğündeler (Luke’un erkek kardeşinin) ve birbirlerine o kadar arzuluyorlar ki, çok geçmeden kendilerini lavaboda buluyorlar. Ancak Emily regl dönemindedir ve yakınlaşmaları yarıda kesilir. Kendilerini temizliklemekle, yaşadıkları talihsiz zamanlamaya gülmek arasındayken Luke’un cebinden bir yüzük düşer ve orada nişanlanırlar. Kanla şekillenen bir evlilik.
Giriş kısmını bu şekilde anlatmak istedim çünkü filmin ilerleyen kısımlardaki sahneler; zaten bu çiftin başka türlü bir nişan töreni yapmasının zor olacağına şahitlik ediyor.
Netflix’te Yayınlanan Fair Play Filmi Hakkında
Yazar-yönetmen Chloe Domont’un ilk uzun metrajlı filmi Fair Play’de cinsiyetler arasındaki mücadele kanlı bir hal alıyor özetle.
Bazen, bu kan endişelenecek bir şey değilken, kimi sahnede daha şiddetli bir kan dökülmesine şahit oluyoruz.
Emily ve Luke’u A Noktasının mutluluğundan B Noktasının şiddetine götüren Fair Play, iş yerinde ve ilişkilerde cinsiyet ve güç dinamiklerini patlata patlata gidiyor.
Bu gidişat, Netflix’ten 20 milyon dolarlık devasa bir anlaşmaya bile yol açtı işte!
Başrol oyuncularının ikisi de muhteşem, izlerken Phoebe Dynevor’a “aferin kız” dedim kaç kere. Kendini Bridgerton enerjisine hapsetmediği için. Ustaca gergin bir ilişki dramasında ikisi de parlıyor. Ancak filmin toplumsal cinsiyetle ilgili yorumu çığır açıcı ya da yıkıcı bir şey değil; yankı uyandırmaya çalışsa da tanıdık sesler birliği oluyor gün sonunda.
Fair Play Filminin Konusu
Yönetmen Chloe Domont bizi Emily ve Luke’un analist olarak çalıştığı One Crest Capital’in erkek egemen dünyasına dahil ediyor. İkisi yakın zamanda nişanlanmış olsa da, şirket politikasına aykırı olduğu için ilişkilerini iş arkadaşlarından gizlemek zorunda kalıyor. Emily bu gizli ilişkinin kendi kariyeri açısından oluşturduğu tüm risklere karşı fazla dikkatli. Cinsiyetçi, acımasız iş arkadaşları onun şirkette başka biriyle görüştüğünü öğrenirlerse nasıl tepki verirler?
Emily ve Luke kişisel hayatlarını ve iş hayatlarını bir dereceye kadar ayrı tutmayı başarıyorlar ama Emily, Luke’un alacağını düşündüğü terfiyi kendi aldığında iş ve aşkı ayrı tutma o heyecanlı umutları uçup gider. Terfi sonucu Emily, Luke’un yöneticisi oluyor ve ilişkileri baya hızlı bir şekilde karmaşıklaşıyor.
Emily işte başarılı olup ofiste değer kazandıkça; patronu Campbell (Eddie Marsan) ile içki içmeye çıkıyor, Luke işe trenle gidip gelirken, o özel araba ile alınıyor ve Luk’un “iyi ve destekleyici” adam imajı kayboluyor. Hatta konu çığrından çıkmaya başlar. Luke, kız arkadaşının kendisine borçlu olduğuna inandığı terfiyi aldığını düşünür.
O terfi Luke’un hakkıydı! Luke hariç buna inanan kimse yok tabii…
Bu İlişki Nereye Gidiyor?
Yönetmen, Luke’un ruhen inişini gerilimli bir hassasiyetle anlatıyor; Alden Ehrenreich ise hem tehditkar hem de acınası olan büyüleyici bir performans sergiliyor işte. Ancak Luke’un gidişatı öngörülebilir bir düzeyde kalıyor ne yazık ki.
Parantez açıyorum. Barbie filmini hatırlayalım. Bir erkeğin, bir kadından aşağı olma konusunda aklını kaybettiğini daha yakın zamanda izledik. Ve bunda bile beklenmedik değişimler ve dönüşler vardı denebilir. Fair Play ise bazı noktaları kalıplaşmış kinayelere dayandırmayı tercih ediyor sadece.
Emily karakterinin ilerlemesini ve o kısımdaki detayları daha çok sevdim. Fair Play, Emily ile birlikte gücün yozlaştırıcı niteliğini de vurgulamaya çalışıyor, özellikle de iş yeri dışında Luke’a karşı üstünlük sağladığında. Ne yazık ki, tıpkı Luke’un büyüyen öfkesi gibi, bu güç dalgalanmaları da tahmin edilebilir bir alana yayılıyor. Fair Play’in sekse yaklaşımı, bu dalgaların yönünü değiştiren güçte. Gösterişli bir psikoseksüel gerilim filmi olarak tanımlanıyor bir yandan da.
Fair Play’de sevilecek çok şey var. Ancak film; güç, cinsiyet ve egonun kesişimlerini sorgulamaya yönelik iddialı girişimlerini gerçekleştiriyor mu?
Yazıyı yönetmen Domont’un bir röportajında yaptığı açıklamayla bitiriyorum!
“Bir kadının seçim yapması gerektiğini söylerdim. Şöyle derdim: Bir kariyere ya da bir ilişkiye sahip olabilirsiniz, kadınlar her şeye sahip olabilir ama aynı anda değil.”