Netflix Dizisi All the Light We Cannot See Gerçek Bir Olaya Mı Dayanıyor?

Anthony Doerr’ın All the Light We Cannot See adlı kitabı 2014’te yayınlandığında yılın çıkış yapan kitabı olarak dikkatleri üzerine çekmişti zaten ve 2015 yılında kurgu alanında da Pulitzer Ödülü’nün sahibi oldu. New York Times’ın en çok satanlar listesinde 200 haftadan fazla kaldı. Dünya çapında 15 milyondan fazla baskısı yapıldı. Yaklaşık on yıl sonra da, bu çok beğenilen kitabın dört bölümlük mini dizi uyarlaması geldi.

All the Light We Cannot See Gerçek Bir Olaya Mı Dayanıyor?

Netflix’in merakla beklenen mini dizisi All the Light We Cannot See kasım ayında yayınlandı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında geçen dizinin olay örgüsünün gerçek bir hikayeye dayanıp dayanmadığı merak konusu oldu. Mini dizi + kitap, görme engelli Marie-Laure LeBlanc’ı konu alıyor. Fransız bir kız ve Alman yetim Werner Pfennig’in dünyaları, Fransız liman kenti Saint-Malo’da İkinci Dünya Savaşı sırasında kesişir.

Olaylar, tarihi bir dönemde geçiyor ama gerçek bir hikayeye dayanmıyor. All the Light We Cannot See’nin ilham kaynağı, kitabın yazarı Doerr’in gerçekten deneyimlediği bir şeyden ve İkinci Dünya Savaşı sırasında gerçek bir savaş alanı olan tarihi Fransız sahil kasabası Saint-Malo’ya yapılan ufuk açıcı bir geziden geliyor.

Saint-Malo’nun ilham verici ve dirençli hikayesiyle birleşen gerçek yaşam deneyimi, Doerr’ın All the Light We Cannot See kitabını yazması için bir temel oluşturuyor.

Hugh Laurie, Marie-Laure’un St. Malo’daki büyük amcası Etienne LeBlanc rolünde.

All the Light We Cannot See Kitabının Çıkış Noktası

2004 yılında New Jersey’den New York City’nin Penn İstasyonuna giden bir trene binen Doerr, bir yolcunun konuşmalarına kulak misafiri olur ve bu da kitabın ilk fikrini ateşler. 2014 yılında verdiği bir röportajda “Önümde oturan adam cep telefonuyla konuşuyordu – yıl 2004 – birden arama kesildi. Ve biraz sinirlendi, biraz utanç verici hatta mantıksız derecede kızdı.”

Doerr şöyle devam ediyor: “Ve onun unuttuğu şeyin – aslında hepimizin sürekli unuttuğu şeyin – “telefonla” konuşmanın bir mucize olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Cebimizdeki bu küçük alıcı ve vericiyi, kuleler arasından yansıyan ışık hızıyla belki de binlerce kilometre ötedeki birine mesaj göndermek için kullanıyoruz. Önümde oturan adamın, anladığım kadarıyla Madagaskar’daki biriyle konuşuyordu. Bu benim için bu bir mucize.”

Doerr tren deneyiminden yaklaşık bir yıl sonra, Fransa’nın Brittany kentindeki Saint-Malo’da duran bir kitap turundaydı. Doerr, şehrin tarihini öğrendikten sonra şehirden büyülenir ve arka planda şehrin yer aldığı bir hikaye anlatmak zorunda olduğunu hisseder.

2015 yılında HuffPost’a verdiği bir röportajda şöyle bir açıklama yapıyor: “Arnavut kaldırımlı sokaklarında yürüyorsunuz, gelgit kokusunu alıyorsunuz, ayak seslerinizin yankılarını duyuyorsunuz ve düşünüyorsunuz: Bu şehir bin yıldan fazla bir süredir hayatta kaldı. Ama Saint-Malo 1944’te, II. Dünya Savaşı’nın son aylarında neredeyse tamamen yok edildi ve 1940’ların sonlarından 1950’lerin başlarına kadar özenle, blok blok yeniden bir araya getirildi.”

Kasaba savaş süresi boyunca neredeyse yok oldu. France Today’in haberine göre, tarihi kentteki 865 binanın 600’den fazlası yıkıldı ve yeniden inşanın tamamlanması yıllar aldı.

All the Light We Cannot See Dizisinin Anlattıkları

Ağustos 1944. Fransa (Saint-Malo), Nazi işgali altında. Şehirdeki bombalanmış evlerden birinde kör bir kız, yaptığı radyo yayınında Jules Verne okuyor, büyük amcası ve babasının eve gelmesini bekliyor. Ondan çok uzakta olmayan, otelden kaleye dönüştürülmüş bir yerde bir Alman askeri onun konuştuklarını dinliyor.

Hayatları ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır ve bu bağ daha da artmak üzeredir. Fakat henüz bombalar düşmeye devam ettikçe onları birbirine bağlayan bu güçlerin farkına varmaları uzun sürecek.

Netflix’in All the Light We Cannot See filmi bu şekilde başlıyor. Yıllara ve Avrupa kıtasının büyük bir kısmına yayılan Doerr’ın romanı, yoğun katmanlı bir savaş destanı olarak anılıyor. Lanetli mücevherler, radyo teknolojisi ve gizli kodların hepsi bu kitabın pek çok sayfasında rol oynuyor.

Dizinin Oyuncu Kadrosu

Aria Mia Loberti, Korea Fransız kız Marie-Laure LeBlanc rolünde.

Louis Hofmann, Marie-Laure’un St. Malo’da tanıştığı Werner Pfennig rolünde.

Mark Ruffalo, Marie-Laure’un babası Daniel LeBlanc rolünde.

Hugh Laurie, Marie-Laure’un St. Malo’daki büyük amcası Etienne LeBlanc rolünde.

Romandan Diziye

Romanın ağırlığı ve popülaritesi göz önüne alındığında, onu bir diziye uyarlamak çetrefilli bir zorluk teşkil ediyor; yönetmen Shawn Levy (Stranger Things, Free Guy) ve senarist Steven Knight (Peaky Blinders, Serenity) için bile bu zorlu bir görev sayılır.

Romanı okumadığım için kafamda oturmuyor pek çok eleştiri ama okuduğum notlardan bilgi toplamaya çalıştım.

“Dört bölümlük mini dizi, Doerr’in lirik akan içeriğini kopyalayamıyor, bunun yerine oldukça sert diyaloglarla sonuçlanıyor. Ancak gerçek ciddiyeti ve kaliteli prodüksiyonuyla bu eksikliği fazlasıyla kapatıyor, sonuçta ortaya hem sinematik hem de tatlı bir uyarlama çıkıyor.”

Yukarıdaki cümleler okuduğum eleştirilerden bir toplama sayılır. Ben bu yoruma bütünüyle katılmıyorum elbette. Özellikle de; “kaliteli prodüksiyonuyla bu eksikliği fazlasıyla kapatıyor” kısmına. Diziyi bitirdiğim zaman bende uyandırdığı duygu şu oldu.

“Bakın böyle çok satan bir roman var, kitabın anlattığı olay akışı ise şöyle…”

Özetle…

Bu yapımın her detayı kesinlikle muhteşem görünüyor. Ama oyunculukların (ki oyuncuların normalde çok iyi olduğunu düşünüyorum) neredeyse tekdüze göründüğünü düşünüyorum. Diyalogların pek parlak olmadığını ekleyeyim tam olsun. Tüm nüanslar kaybolmuş gibi… Kasvetli derecede yavaş bazı sahneler. Sığ, karmaşık ve ne yazık ki anında unutulabilir noktada olması, romanın da güçlü cazibesini geride bırakıyor adeta.

Be the first to comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir